Ey İstanbul


işte geldim 
boynu bükük duruyorum karşında
ey Evliyalar şehr-i İstanbul...

söyle bana
bütün renkleri birbirine katarak
kim boyadı seni zift rengi siyahlara

boş beton yığınlarını dikmek uğruna
kim kırdı o yemyeşil tırnaklarını

duymuyorum artık
o eski aşk şarkılarını senin sesinden

kim söktü acımasızca dişlerini
ve kim kopardı ki dilini
benim gibi lâl kaldın sürgün hasretler içinde

güneşin doğuşunu bile göremiyorsun artık
kim kör etti gözlerini
anason kokan masalarda bolca alkol içirip

kaç kadir kıymet bilmez gelip deşti toprağını
sıcak bir yuva uğruna

kaç vefasız yârin
terk etti seni bir aşk uğruna

oysaki kaç nüfus doyurmuştun sen
yoksul sokaklarında

kaç aşık'a kucak açmıştın
o eşsiz manzaranla

o eşsiz güzelliğini görünce
kaç gayr-i müslim koşmuştu ibadet hanelerine
ve kaç Müslüman şükür ile secde etmişti Yaradan'a
minarelerinin gölgesinde

o kadar kimsesiz kalmışsın ki
sana baktıkça, 

içinden öksüz ve yetim çocukları alıp
yakmalı bu kentin bütün sularını diyorum
ve kapatmalı bütün bulutların vanasını

sana bunu yapanları ve sessiz kalanları susuz bırakmalı...

kafatasımı delip
beynime saplanmış
son kurşunumla geldim sana
ve duruyorum karşında 
boynum bükük, gözlerim yaşlı, yüreğim paslı
ey deli mavi İstanbul
ey mavilerin delisi,
ey Veliler şehr-i İstânbul
ey Evliyalar şehr-i İstanbul...

söyle bana 
nasıl oyunlar oynandı ki üzerinde
bizim gibi lâl kaldın sürgün hasretler içinde...

24.1.2012 / Düzenleme: 21.10.2024

Yorum Gönder

0 Yorumlar